"Weak product-market fit can not be fixed by good marketing"
Detaylar için : Xobni & Dropbox Lessons Learned Slideshare
27 Kasım 2013 Çarşamba
15 Ağustos 2013 Perşembe
Steve Blank'ten bir quote
“A startup is a temporary organization designed to search for a repeatable and scalable business model"
www.steveblank.com

www.steveblank.com

22 Mayıs 2013 Çarşamba
Son zamanların en cool kavramlarından "Oyunlaştırma" (Gamification) & "Kullanıcı Deneyimi" (User Experience) UX üzerine...
Son dönemde özellikle dijital uygulamalarda olmakla beraber, temelde herhangi bir konuda karşımıza çıkan yeni bir kavram "oyunlaştırma". Aslında kavramın kendisi çok eski de, havalı ismi yeni diyebiliriz.
Kısaca anlatmak gerekirse oyunlaştırma, oyun olmayan bir işe / konuya, oyun öğeleri katarak daha eğlenceli & interaktif bir kullanıcı deneyimi yaratmak için başvurulan yöntemler / süreçlere verilen gelen isimdir.
Aslında bu kavram, doğduğumuz günden beri farkında olarak veya olmayarak içinde bulunarak büyüdüğümüz ve yaşantımızın hep içinde olan ancak belki de ismini bugüne kadar koymadığımız bir motivasyon süreci. Çocuklar, okul öncesi dönemde neredeyse tamamen oyunla eğitim / öğrenim görüyorlar. Oyunlaştırma belki de en çok eğitimde başvurulan sevdirme / ilgi yaratma yöntemlerinden biri. Detayı için GBL (Game based learning) ile ilgili şu (http://onforb.es/VZWjeQ) yazıya gözatabilirsiniz.
Bu kavramın tekrar yeni bir terminoloji ile gündeme gelmesi, dijital dünyanın çok hızla gelişmesiyle beraber yaratılan hizmetlerin/programların ve uygulamaların kullanıcılar tarafında sevilmesi, akabinde kullanım arzusu & bağımlılığı yaratması, daha sonrasında da rakiplerinden sıyrılması için, oyun öğelerine başvurulmasıyla oldu.
Oyun öğeleriyle ilgili Webrazzi'den bir alıntı ;
"Problem: Her oyunun net ve anlaşılır bir hedefi, amacı olması gerekir.
Daha fazla okumak isterseniz ; www.gamification.co
Tabii aslında oyunlaştırma kavramından daha önce değinilmesi gereken başka bir konu da "kullanıcı deneyimi" kavramı. İngilizce User experience veya kısaca "UX" olarak da geçen bu kavram dijital / online uygulamalar için artık tasarım ve yazılım mimarisinin göbeğine oturmuş durumda.
"Kullanıcı deneyimi"nin standart sözlük anlamı ; kişide bir ürün veya hizmeti kullandıktan sonra oluşan algı ve tepki. Bu tanım biraz fazla teorik kalıyor.
Dijital uygulama tasarımının asıl amacı, bildiğimiz manada görsel görünüm & estetiğin dışında, yapılan işi kolaylaştıracak (kullanıcı dostu hale getirmek) iş akış süreçlerini tasarlamak ve/veya uygulamayı daha eğlenceli hale getirmek için yöntemler bulmaktır. İşte kullanıcı deneyimi kavramı bu noktada devreye giriyor.
Bir websitesi, bir kurumsal yazılım / SaaS (software as a service), bir appstore/android uygulaması veya bir PC programı, konu ne olursa olsun işin içinde fonksiyon & kullanım kolaylığı olduğu sürece "kullanıcı deneyimi" önemli olmaya devam edecektir.
Steve Jobs'un tasarım ile ilgili çok güzel bir lafı var ;
"Design is not just what it looks like and feels like. Design is how it works."
Yani tasarım, birşeyin nasıl göründüğü veya hissettirdiği değil, nasıl çalıştığıdır.
İyi bir kullanıcı deneyimi, beklentileri karşılaması, kolay ve rahat bir kullanım sunması, fonsiyonel olması, arayüzün görsel olarak güzel tasarlanmasını da beraberinde getiriyor.
Basite indirgeyerek bir örnek vermek gerekirse, görsel olarak çok güzel hazırlanmış bir websitesinde aradığınız başlığı veya iletişim bilgilerini bulamamak gibi tanımlanabilir.
Mobil eticaret uygulamalarında satın alma (checkout) aşaması ile ilgili güzel UX örneklerini incelemek için aşağıdaki link'e tıklayabilirsiniz ;
http://uxdesign.smashingmagazine.com/2013/03/14/designing-a-better-mobile-checkout-process/
Diğer yabancı kaynak : http://uxmag.com/
Kısaca anlatmak gerekirse oyunlaştırma, oyun olmayan bir işe / konuya, oyun öğeleri katarak daha eğlenceli & interaktif bir kullanıcı deneyimi yaratmak için başvurulan yöntemler / süreçlere verilen gelen isimdir.
Aslında bu kavram, doğduğumuz günden beri farkında olarak veya olmayarak içinde bulunarak büyüdüğümüz ve yaşantımızın hep içinde olan ancak belki de ismini bugüne kadar koymadığımız bir motivasyon süreci. Çocuklar, okul öncesi dönemde neredeyse tamamen oyunla eğitim / öğrenim görüyorlar. Oyunlaştırma belki de en çok eğitimde başvurulan sevdirme / ilgi yaratma yöntemlerinden biri. Detayı için GBL (Game based learning) ile ilgili şu (http://onforb.es/VZWjeQ) yazıya gözatabilirsiniz.
Bu kavramın tekrar yeni bir terminoloji ile gündeme gelmesi, dijital dünyanın çok hızla gelişmesiyle beraber yaratılan hizmetlerin/programların ve uygulamaların kullanıcılar tarafında sevilmesi, akabinde kullanım arzusu & bağımlılığı yaratması, daha sonrasında da rakiplerinden sıyrılması için, oyun öğelerine başvurulmasıyla oldu.
Oyun öğeleriyle ilgili Webrazzi'den bir alıntı ;
"Problem: Her oyunun net ve anlaşılır bir hedefi, amacı olması gerekir.
Öykü: Pek çok oyun ancak güzel ya da ilgi çekici bir öyküsü varsa ilginç olabilir.
Kurallar: Bu hedefe ulaşmak için oyuncular bazı kurallar dahilinde hareket etmelidir.
Rekabet: Diğerler oyuncular ile yarışmak. Rekabet hissi aynı işlemi eş zamanlı olarak rakibinden daha iyi ya da hızlı gerçekleştirmek veya bireysel oyunlarda liderlik sıralamaları ile sağlanabilir.
Paylaşım: Oyun içerisinde iş birliği ya da aynı oyun alanını diğerleri ile paylaşarak gerçekleştirilebilir.
Gelişim: Aşama kaydederek daha önceki haline göre oyuncunun (veya yönettiği karakterin) özelliklerinin ya da durumunun gelişmesi. Oyunlarda seviye atlamak buna en güzel örnek. Kişisel olarak oyuncunun becerilerinin gelişmesi ve bunu süreç içerisinde tablolar ile göstermek de buna örnek olabilir.
Başarı: Pek çok oyunun amacı kazanmak.
Ödüller: Puanlar, rozetler veya sanal paralar kazanmak.

Tüm bu oyun mekaniklerini ilgilendiren en hassas nokta ise kurulacak denge. Kimse çok kolay bir oyunu oynamak istemez, çok zor bir oyunu da. Çok az kişi çok uzun bir oyuna vakit ayırabilir ama çok kısa bir oyun da etkiye neden olamadan sona erer. Bu yüzden bir oyun, yukarıdaki öğelerin hepsi veya bir kısmının ancak doğru bir denge ile sunulması ile başarılı olabilir"
Daha fazla okumak isterseniz ; www.gamification.co
Tabii aslında oyunlaştırma kavramından daha önce değinilmesi gereken başka bir konu da "kullanıcı deneyimi" kavramı. İngilizce User experience veya kısaca "UX" olarak da geçen bu kavram dijital / online uygulamalar için artık tasarım ve yazılım mimarisinin göbeğine oturmuş durumda.
"Kullanıcı deneyimi"nin standart sözlük anlamı ; kişide bir ürün veya hizmeti kullandıktan sonra oluşan algı ve tepki. Bu tanım biraz fazla teorik kalıyor.
Dijital uygulama tasarımının asıl amacı, bildiğimiz manada görsel görünüm & estetiğin dışında, yapılan işi kolaylaştıracak (kullanıcı dostu hale getirmek) iş akış süreçlerini tasarlamak ve/veya uygulamayı daha eğlenceli hale getirmek için yöntemler bulmaktır. İşte kullanıcı deneyimi kavramı bu noktada devreye giriyor.
Bir websitesi, bir kurumsal yazılım / SaaS (software as a service), bir appstore/android uygulaması veya bir PC programı, konu ne olursa olsun işin içinde fonksiyon & kullanım kolaylığı olduğu sürece "kullanıcı deneyimi" önemli olmaya devam edecektir.
Steve Jobs'un tasarım ile ilgili çok güzel bir lafı var ;
"Design is not just what it looks like and feels like. Design is how it works."
Yani tasarım, birşeyin nasıl göründüğü veya hissettirdiği değil, nasıl çalıştığıdır.
İyi bir kullanıcı deneyimi, beklentileri karşılaması, kolay ve rahat bir kullanım sunması, fonsiyonel olması, arayüzün görsel olarak güzel tasarlanmasını da beraberinde getiriyor.
Basite indirgeyerek bir örnek vermek gerekirse, görsel olarak çok güzel hazırlanmış bir websitesinde aradığınız başlığı veya iletişim bilgilerini bulamamak gibi tanımlanabilir.
Mobil eticaret uygulamalarında satın alma (checkout) aşaması ile ilgili güzel UX örneklerini incelemek için aşağıdaki link'e tıklayabilirsiniz ;
http://uxdesign.smashingmagazine.com/2013/03/14/designing-a-better-mobile-checkout-process/
Diğer yabancı kaynak : http://uxmag.com/
17 Mayıs 2013 Cuma
STORY - Markalar ve Fikirler İçin Kiralanabilir Perakende Mağaza
Girişim aslında temelde ecommerce veya online olarak iş yapan firmalara, müşterileriyle offline'da sıcak temas kurabilecekleri ve gerçek dünyada sosyallaşebilecekleri (engagement) kiralanabilir bir perakende alan sunuyor.
İş modeli çok basit ve konvansiyonel görünmesine karşın biraz düşündüğünüzde hitap ettiği kitle ve uygulama alanının çok geniş olduğu hemen anlaşılıyor.
New York, Manhattan'da 2000 metrekarelik STORY, her 4 veya 8 haftada bir konseptini değiştiriyor ve yeni bir temaya geçiyor. Aslında bir sanat galerisi gibi ancak mekanda yapılabilecekler hayal gücünüzle sınırlı. İster bir event, ister bir lansman, ister canlı bir feedback atölyesi, ister perakende satış, isterseniz de konsept galerisi olarak kullanabiliyorsunuz.
İnternet üzerinden iş yapan firmaların yoğun ilgi göstermesinden sonra, geleneksel perakendeciler de bu konsepte ilgi göstermeye başlamış.
Tabii STORY, işbirliği yapacağı markalara kreatif fikirler vererek, mekanın nasıl daha verimli kulllanılabileceği konusunda danışmanlık da veriyor. İş sadece bir yer kirala, sonra onu her 15 günde bir markaya kiralamak değil.
Yani işin içinde bir de çok meşhur olan story-telling (hikayeleştirme) var.
Çok hoşuma giden bir detay da, biraz sonra izleyeceğiniz TED videosunda da göreceğiniz gibi, mağazaya gelen ziyaretçi davranışlarını da analiz ederek, müşterilerine alanı nasıl daha etkili kullanabilecekleri konusunda sundukları hizmet. Mekanı termal kameralarla donatıp, ziyaretçilerin mağazanın en çok hangi bölgelerinde gezdiğini tespit edip bu datayı yorumluyorlar.
Bu modelin Türkiye'de de çok rahat uygulanabilir olduğunu ve yeni bir outdoor reklam / event mecrası yaratabileceğini düşünüyorum.
Site adresi : www.thisisstory.com
24 Nisan 2013 Çarşamba
Giyilebilir Cihazlar Teknolojiler, Google Glass, Google Konuşan Ayakkabı, Pebble Saat
İstanbul'da yaşamış / hala yaşayan ve benimle yaşıt olanlar çok iyi bileceklerdir. Cep telefonu yokken Taksim'de AKM'nin önünde buluşulurdu. AKM'nin önünde sürekli birbirini bekleyen onlarca insan olurdu.
Bu bahsettiğimin üzerinden yaklaşık 20 sene geçti. Bu arada ben de bunları yazarken, epey yaşlanmış olduğumu farkettim. :)
Cep telefonunun olmadığı günleri hatırlarken, teknolojinin süper hızlı hayatımıza girmesiyle cep telefonu hayatın vazgeçilmez bir iletişim aracı oldu. Derken internet kullanımının yaygınlaşması ve yine teknolojilerin gelişmesiyle akıllı telefonlar devreye girdi. Bu telefonlar ilk çıktığında garip karşılandı. Sadece çok meraklılar ve teknolojiye para harcayabilenler kullanırlardı. O dönemde akıllı telefona sahip olmak ve telefondan email kontrol etmek, Türkiye'de daha piyasaya çıkmadan, yurtdışından alınan iphone 5'i kullanmak gibi birşeydi. Daha sonra akıllı telefonlar da normalleşti ve günümüzde satılan telefonların büyük bir kısmı artık akıllı telefon oluverdi.
apple, ios, samsung, lg, htc, android vs. derken internet tabanlı ve mobil uygulamalar aldı başını gitti. Sosyal medya denilen yeni mecra oluşuverdi. Artık akıllı telefonu olmayan ayıplanır, demode olur oldu. Facebook, twitter hesabı olmazsa olmaz oldu.
Şimdi de tablet dönemindeyiz. Telefonlar büyüdükçe büyüdü neredeyse tablet boyutuna geldi. Teknoloji bu hızla durmadan yeni gelişmelerle hayatımızı sarmaya devam edecek.
Şimdi de sıra "giyilebilir teknoloji" (wearable technology / computing) denilen yeni bir kavramla karşı karşıyayız. Giyilebilir teknoloji, hayatımızı kolaylaştırmak için üzerimize takabileceğimiz veya giyebileceğimiz teknolojik cihazlar olarak tanımlanabilir.
Günümüzdeki en bilinen ve rastlanan versiyonu, kola takılan adım / nabız ölçer olabilir.
Ancak olay bundan da ötede. 20 sene önce Kara Şimşek (http://www.youtube.com/watch?v=Mo8Qls0HnWo) dizisinde Micheal Night'in - Kit dediği arabasıyla konuşarak anlaştığı, kolundaki saatle arabasını harekete geçirdiği günler gerçek oluyor artık.
Google Glass'ı duymuşsunuzdur. Peki google'un konuşan ayakkabısını duydunuz mu ? Peki kickstarter'dan 3.5 milyon dolar fon toplayan Pebble saati ?
Giyilebilir teknoloji artık daha çok, giydiğimiz cihazın telefonumuzla senkronize olup, telefonu kontrol etmek veya internete bağlanmak gibi işlevler sunuyor.
Google Glass
Gözlüğe yerleştirilen bir mini işlemci ve şeffaf mini ekran sayesinde Google Glass'ı kullanan kişi dünya ile olan bağlantısını koparmadan, ekstradan başka ekrana bakma ihtiyacı olmadan internete bağlanabiliyor. HUD (Heads-up display) denilen bir arayüzün sayesinde önünüzdeki ekranda gerçek zamanlı olarak güncellenen bir harita veya ekranda akan yazılar görürken, aynı anda önünüzü de görebiliyorsunuz.
Biraz uzayvari bir tasarımla karşımıza çıkan google glass şu özelliklere sahip ;
-5 MP Kamera
-720p Video Kayıt
-16 GB Flash Hafıza
-Tüm gün yetecek pil ömrü
-Wifi
-Bluetooth
-Bone Conduction Transducer (Ses dalgalarını kemikler üzerinden kulağa ulaştıran teknoloji)
Bu bahsettiğimin üzerinden yaklaşık 20 sene geçti. Bu arada ben de bunları yazarken, epey yaşlanmış olduğumu farkettim. :)
Cep telefonunun olmadığı günleri hatırlarken, teknolojinin süper hızlı hayatımıza girmesiyle cep telefonu hayatın vazgeçilmez bir iletişim aracı oldu. Derken internet kullanımının yaygınlaşması ve yine teknolojilerin gelişmesiyle akıllı telefonlar devreye girdi. Bu telefonlar ilk çıktığında garip karşılandı. Sadece çok meraklılar ve teknolojiye para harcayabilenler kullanırlardı. O dönemde akıllı telefona sahip olmak ve telefondan email kontrol etmek, Türkiye'de daha piyasaya çıkmadan, yurtdışından alınan iphone 5'i kullanmak gibi birşeydi. Daha sonra akıllı telefonlar da normalleşti ve günümüzde satılan telefonların büyük bir kısmı artık akıllı telefon oluverdi.
apple, ios, samsung, lg, htc, android vs. derken internet tabanlı ve mobil uygulamalar aldı başını gitti. Sosyal medya denilen yeni mecra oluşuverdi. Artık akıllı telefonu olmayan ayıplanır, demode olur oldu. Facebook, twitter hesabı olmazsa olmaz oldu.
Şimdi de tablet dönemindeyiz. Telefonlar büyüdükçe büyüdü neredeyse tablet boyutuna geldi. Teknoloji bu hızla durmadan yeni gelişmelerle hayatımızı sarmaya devam edecek.
Şimdi de sıra "giyilebilir teknoloji" (wearable technology / computing) denilen yeni bir kavramla karşı karşıyayız. Giyilebilir teknoloji, hayatımızı kolaylaştırmak için üzerimize takabileceğimiz veya giyebileceğimiz teknolojik cihazlar olarak tanımlanabilir.
Günümüzdeki en bilinen ve rastlanan versiyonu, kola takılan adım / nabız ölçer olabilir.
Ancak olay bundan da ötede. 20 sene önce Kara Şimşek (http://www.youtube.com/watch?v=Mo8Qls0HnWo) dizisinde Micheal Night'in - Kit dediği arabasıyla konuşarak anlaştığı, kolundaki saatle arabasını harekete geçirdiği günler gerçek oluyor artık.
Google Glass'ı duymuşsunuzdur. Peki google'un konuşan ayakkabısını duydunuz mu ? Peki kickstarter'dan 3.5 milyon dolar fon toplayan Pebble saati ?
Giyilebilir teknoloji artık daha çok, giydiğimiz cihazın telefonumuzla senkronize olup, telefonu kontrol etmek veya internete bağlanmak gibi işlevler sunuyor.
Google Glass
Gözlüğe yerleştirilen bir mini işlemci ve şeffaf mini ekran sayesinde Google Glass'ı kullanan kişi dünya ile olan bağlantısını koparmadan, ekstradan başka ekrana bakma ihtiyacı olmadan internete bağlanabiliyor. HUD (Heads-up display) denilen bir arayüzün sayesinde önünüzdeki ekranda gerçek zamanlı olarak güncellenen bir harita veya ekranda akan yazılar görürken, aynı anda önünüzü de görebiliyorsunuz.
Biraz uzayvari bir tasarımla karşımıza çıkan google glass şu özelliklere sahip ;
-5 MP Kamera
-720p Video Kayıt
-16 GB Flash Hafıza
-Tüm gün yetecek pil ömrü
-Wifi
-Bluetooth
-Bone Conduction Transducer (Ses dalgalarını kemikler üzerinden kulağa ulaştıran teknoloji)
Aslında çok da lafla anlatılacak birşey değil bu google glass. Tanıtım videosunu izleyip daha fazla fikir sahibi olabiliriz ;
Google Talking Shoe
Google'un denemelerinden birisi. Ayakkabıya yerleştirilen cihaz / çip sayesinde ayakkabı bir anda sizin spor koçunuz oluveriyor. Oturduğunuz zaman sizi koşmaya, basketbol oynarken güzel bir hareket yaptığınızda sizi alkışlıyor ve tebrik ediyor.
Kablosuz olarak bilgisayar ve akıllı telefonlarla iletişime geçebilen ayakkabı, kullanıcıların hareketlerini analiz edip, kullanıcılara bu analizleri veri olarak bildiriyor.
Pebble
En meşhur Crowdfunding platformu olan kickstarter.com'dan (türkiye'deki versiyonu projemefon.com'a bakabilirsiniz) 28 saatte 1 milyon dolar fon alan bir kol saati. Ancak standart bir kol saatinden fazlası zira bu cihaz cep telefonunuzla senkronize olarak, gelen emailleri, hava durumunu, facebook ve twitter mesajlarınızı ve takvimdeki hatirlatmalari kolunuzdaki ekrandan görmenizi sağlıyor. Ayrıca telefonunuzda çalan müziği de kontrol etme şansınız var.
Toplantıda veya iki elinizde meşgulken bileğinize bakarak gelen bir mesajı görebilir veya kimin aradığını elinize telefona atmadan görebilirsiniz.
Fiyatı 150 dolar.
22 Nisan 2013 Pazartesi
Türkiye'de eticaret. Eticaret Girişimciler İçin Korkulu Rüya Mı ?
Eski bir eticaret girişimcisi ve son 3 yıldır da sektörü yakından takip eden birisi olarak, ülkemizdeki eticaret'in durumu ile ilgili bir yazı yazmak istedim.
Buyrun...
Türkiye'de eticaret ne idi ? Ne oldu ?
Biraz kendi deneyimlerinden biraz da internet ekosisteminden bahsederek anlatmaya çalışayım.
Türkiye'nin eticaret ile adam akıllı tanışması hemen hemen 90'ların sonuna denk gelir. O dönemde bırakın internetten birşeyler almayı, internet genelllikle gazete okumak için uğranırdı. İnternet servis sağlayıcıları aynı zamanda içerik sağlayıcı gibi işlev görüyordu. Portallar meşhurdu. İnternet erişimi ve kullanımı günümüzle kıyaslandığından, çok kısıtlı ve yavaştı. 2005-2006 gibi eticarette birkaç önemli oyuncu pazarda iyice boy göstermeye başladı. Hepsiburada, weblebi, estore, gittigidiyor, webdenal vb birkaç katalog firması dışında elle tutulur firma yok denecek kadar azdı. İlan tarafında sahibinden.com vardı. Bunun dışında o dönemlerde portallar ve internet servis sağlayıcılar da popülerdi veya reklama çok paralar harcadılar da denebilir. ixir, shubuo vs. gibi.

1 sene boyunca yan iş / hobi mertebesinde götürdükten sonra, profesyonel işimi bırakmayı göze alacak kadar bir kazanç sağlayamadığım, estore'un trafiğine mahkum bir satış potansiyeli olduğu ve ciromu çok da arttıramadığımı düşündüğüm (arttırmak için çok da birşey yapmadığım halde) ve belki daha da önemlisi, o dönemdeki internet vizyonumun yetersizliğinden dolayı denebilir, siteyi bir çiçekçiye devrederek işten çıktım. (Yeni ismi Exit)
2005 - 2008 döneminde genel anlamda eticaret, katalog şeklinde farklı ürün kategorileri altında 1000'lerce ürün sergilemek ve satmaktı ki bu aslında o dönem için yurtdışında amazon gibi firmaların başarıyla uyguladığı bir modeldi. Bu model 2006-2008'lere kadar kör topal devam etti. Bu arada gittigidiyor.com'un başarısı üzerine Dogan grubu hemalhemsat.com'u kurdu ancak 2010'da kapatma kararı aldı. Bu dönemde Webdenal, Weblebi ve estore.com.tr kapandı. Katalog tarafından tek büyük oyuncu her geçen gün daha da büyüyen hepsiburada.com olmuştu.
2005-2008 yılları arasında internet kullanımı ve eticaret hacmi artıyordu. Bankacılık sektörünün gelişmesi, online ödeme sistemlerinin oluşması, bankaların sanal pos kullandırmaya başlaması, taksitlendirme seçenekleri, kargo şirketlerinin eticaret sitelerine farklı bir gözle bakmaya başlamaları (az da olsa), PC ve dizüstü bilgisayarların satışlarındaki artış, eticaret yazılım paketlerinin artması ve fiyatlarının düşmesi bu ivmenin başlıca nedenleri arasında.
2007'de ayakkabı dikeyinde bir eticaret girişimim daha oldu. Şu anda yapmakta olduğum tekstil işini kurduğum ortağımla beraber, 2007 yılında ayaklarasenlik.com'u kurduk. ayaklarasenlik.com, Türkiye'ye ithal edilen yabancı ayakkabı markalarının (vans, new balance, lumberjack, reef, billabong, DC, Keds, Tommy Hilfiger vb.) ürünleri satan bir dikey (tek ürün grubu üzerine uzmanlaşmış eticaret sitesi) eticaret sitesiydi. O dönemde bizimle beraber bu işi adam akıllı bir şekilde yapan pabbuc.com vardı. Google SEO artık epey önemsenmeye başlanmış ancak eticaret için hala çok zor dönemlerdi. Tek trafik kaynağı google idi. Biz ise daha sonradan, dikey eticaretin o dönem için çok erken bir eticaret modeli olduğunu anlamıştık.
Özel Alışveriş Klüpleri
Bizle hemen hemen aynı dönemde kurulan markafoni, 2008'de private shopping kavramı ile Türkiye'de eticarete bambaşka bir boyut getirdi. Sanırım o dönemde, onlar da dahil kimse private shopping iş modelinin bir fenomen olup, Türkiye'nin eticaret tarihinde bir mihenk taşı olacağını tahmin etmemişti.
2009 ile 2011 arasında eticaret'te müthiş bir gelişme yaşandı. Online alışveriş tutarı 2 senede 2'ye katlanmıştı (20 Milyar TL'den fazla). Bu artış daha önceki senelerle karşılaştırıldığı zaman müthişti.
Türk online tüketicisinin eticaretle gerçek manada tanışması / ısınması aslında bence private shopping dönemiyle gerçekleşti. Isınmasından kastım, tüketicinin eticarete karşı güveninin oluşması, korkmadan kredi kartıyla alışveriş yapmaya başlaması, alışveriş sürecini öğrenmesi, satın aldığı bir ürünü iade edebileceğini öğrenmesi vb. konular .
Grup Satın Alma Siteleri
Grup satın alma furyası da bu rüzgarı kuvvetlendiren bir akım oldu. Kısaca toplu olarak satılan hizmetin indirimli olarak sunulması olarak tanımlayabiliriz. Grupanya, Şehir Fırsatı, Markapon ve diğer siteler birbirini izledi.
Aynı şekilde Markafoni, Limango ve ardı ardası kesilmeyen özel alışveriş klüplerinin kurulmasıyla Trendyol, 1V1Y, Morhipo, DaybuyDay gibi yüksek bütçeli girişimler hayata geçti. 1 sene zarfında irili ufaklı 200 küsür özel alışveriş sitesi kurulmuştu bile.
Yabancılardan Gelsin Yatırımlar
Türk internet sektöründeki canlanma, özel alışveriş ve grup satın alma sitelerinin yakaladığı başarılar ve gerçekleşen cirolar, yabancı risk sermayesi şirketlerinin gözlerini Türkiye'ye çevirmelerine neden oldu. Çok hızlı büyüyen, cazip bir pazar olmasından dolayı Türkiye'de internet girişimleri yabancı yatırımcıları en çok ilgisini çeken 3-4 ülkeden birisi olmasını sağladı.
2011 yılının sonlarına doğru gittigidiyor.com'un ebay'e satışı gerçekleşti. 217.5 Milyon Dolara gerçekleşen satış Türk internet tarihindeki en yüksek değerlemeli satış olarak geçti.
2012'de yemeksepeti de 100 milyon dolar üzerindeki bir değerleme ile 44 milyon dolar bir yatırım aldı.
Özel alışveriş tarafında Markafoni (http://www.webrazzi.com/2011/07/01/markafoni-yatirim-gerceklesti/) ve Trendyol (http://www.webrazzi.com/2011/08/10/trendyol-yatirim-aciklama/) aldıkları yatırımla adlarından epey söz ettirmeye başladılar.
2012 yılına gelindiğinde özel alışveriş sitelerinin popüleritesi & karlılıkları eskiye oranla azalmaya başlamış ve grup alışveriş siteleri hizmetin yanında ürün de satmaya başlamak zorunda kalmışlardı. Bunun nedenleri şunlardı ; Birçok özel alışveriş ve grup satın alma sitesinin kurulması, piyasadaki rekabetin artmasına ve kar marjlarının azalmasına neden oldu. Müşterinin, sunulan indirimlerin / fırsatların suni olduğunu farketmesi işin rengini bozdu. Belirli bir süre sonra piyasada satılacak stok fazlası ürün kalmadı ve sitelerin sunduğu markaların kalitesi düştü. Fırsatlar birbirini tekrarlar oldu.
Türkiye'den çıkış yapan Rocket Internet'in bir çırpıda tüm girişimlerini kapatıp ülkeden çıkmasının ardındaki önemli nedenlerden birisi karlılığın düşük olmasıydı.
Dikey Eticaret
Özel alışveriş ve grup satın alma modellerinin popülerliğini kaybetmesiyle beraber bir sonraki adım olarak dikey eticaret girişimleri hayata geçmeye başladı. Özellikle markafoni grubu bu durumu önden tahmin ederek, zizigo, misspera, lidyana gibi dikey eticaret sitelerini erkenden hayata geçirdi. Dikey eticaret daha önce de tarif ettiğim gibi, tek bir ürün grubu üzerinde uzmanlaşan bir eticaret sitesi manasına gelmektedir. Yani sadece çanta, sadece ayakkabı, sadece takı satan vb.
Aslında internet ekosistemi gelişmiş ülkelerde (ingiltere gibi) dikey eticaret, eticaretin temelini oluşturan, sürdürülebilir eticaret iş modelidir. Özel alışveriş klupleri, grup satın alma siteleri bu ekosistem içindeki küçük alt modeller olarak mevcuttur. Ancak Türkiye'de bu iş biraz tersten başladı belki de. Biz dikey eticarete daha yeni başlıyoruz. Zaten bizim 2007'de ayaklarasenlik.com'u kurmamızın nedeni Türkiye'de eticaretin diğer ülkelerdeki gibi normal seyrinde gelişecek olacağını düşünmemizdi. Ancak öyle olmadı.
Dikey eticaretin Türkiye'de benimsenmesi belirli bir süre alacak. Bunun en büyük nedeni, tüketicinin bugüne kadar sürekli indirim / fırsatla yemiyle satışa yönlendirilmesi. Maalesef internetten alışveriş yapan müşteriler "ancak daha ucuza bulursam alırım" psikolojisinden çok çabuk çıkamayacaklar gibi görünüyor. Halbuki eticaretin müşteriye sunduğu avantajlar, kapıya teslimat, birçok ürünü bir arada görebilip karşılaştırma imkanı, vakitten kazanç, büyük şehirlere uzak yaşayan kesimin internet sayesinde herşeye erişiminin sağlanması gibi sıralanabilir. Eticarete bu gözle bakıp, indirim / fırsat gözlüğünü çıkarttığımız gün, dikey eticaret sürdürülebilir bir iş modeli haline gelecektir. Olgunlaşmış eticaret.
Eticaret ile ilgili dikey bir site :) : http://www.dikeyeticaret.com/
Marketplace (Pazaryeri)
Dikey eticaret'in yanında başka bir iş modeli daha var bahsetmemiz gereken. Marketplace iş modeli. Yani pazaryeri. Yani stok maliyetini tamamen ortadan kaldıran, alıcı ile satıcıyı biraraya getiren eticaret platformları. Buna en iyi örnek yıllardır bildiğimiz gittigidiyor.com'dur. Limango grubunun hayata geçirdiği arabulvar.com ve doguş grubu ile koreli ortakla hayata geçirdikleri n11.com bu iş modelinin yeni girişimleri diyebiliriz.
Eticaret Korkulu Rüya Değil
Şimdi gelelim "eticaret korkulu rüya mı" konusuna ;
Sosyal medya veya yazılı basında eticaretle ilgili yazılara baktığınızda genelde eticarete girmek için çok büyük bütçeler gerektiğini ve artık eticaretin her babayidiğin harcı olmadığını okursunuz.
Bu durum, milyon dolar yatırım ve karşılığında milyon dolar kar beklendiği durumlarda geçerli olabilir. Kısa sürede büyük paralar kazanmak için, kısa sürede büyük paralar harcamanız gerekir. Zaten içinde yatırımın olduğu durumlarda, pozitif nakit akışına geçiş beklentisi hep çok erken olmaktadır. Yatırımcı yatırdığı paranın geri dönüşümü konusunda genelde aceleci davranır. İşe bu açıdan baktığınız zaman, eticaret düşük bütçeli girişimler için korkulu rüya olabilir.
Ancak eticaret herkes için bu manada algılanmıyor olabilir. Düşük veya orta seviyede bütçesi olan bir girişimci, eticaretten onu uzun vadede tatmin edecek paralar kazanabilir. Buradaki sorun ölüm vadisi denilen, işin kurulduğu gün ile gelir & giderin kafaya geldiği gün arasında geçen süreye dayanabilecek kadar finansman sağlamaktır. Bu süreç de, sitenizi kurduktan sonra işinizin sabit giderleri + stok maliyetiyle doğru orantılıdır. Aylık sabit gideri + stok maliyeti düşük bir eticaret iş modeli kurmak ölüm vadisi sürecini kısaltacak ve sizin kafa kafaya noktasına daha erken gelmenizi sağlayacaktır.
Sabit gider = düşük kira, başlangıçta az(makul) personel, gereksiz masraflardan kaçınmak ve kendinize ayırmanız gereken minimum maaş demektir. Stok maliyeti de, satacağınız ürünle ilgili olmakla beraber başlangıçta konsinye satış opsiyonu bu maliyeti aşağı çekmek için bir yöntem olabilir. Ancak satışlar arttıkça, minimum düzeyde stok tutmaya başlamanız daha sağlıklı bir iş modeli oluşturmanızı sağlayacaktır. Belki de işe, stok maliyeti düşük olan ürünleri araştırarak başlayabilirsiniz. Bu noktada niş pazarları (Niş pazar, bir pazarın içinde rekabeti yüksek olmayan belli bir konuya odaklanmış pazardır.) araştırıp, piyasada çok bulunmayan ancak talebi olan ürünleri satmaya çalışmak mantıklı bir çözüm olabilir çünkü rekabet olmadığı için müşteri kazanma maliyetiniz daha düşük olacak, az adet satarak yüksek kar marjı elde etme ihtimaliniz çok daha yüksek olacaktır. Satacağınız ürünü göre değişmekle beraber, düşük adetli bir satışınız olacağı için stok maliyetiniz de başlangıçta düşük olabilir.
Kısacası, orta - uzun vadede düşük bütçeyle bile olsa, doğru ürün gamıyla, ağırlıklı google optimizasyonu üzerine yoğunlaşarak, sosyal medyayı kullanarak (eticaret trafiğinin hala çok büyük bir kısmı google üzerinden gelmekte olmasına rağmen) makul bir takımla, bir eticaret girişiminden ayda 10.000 - 20.000 TL gelir elde etmek bence mümkündür. Bu rakam da, birçok küçük girişimciyi tatmin edebilecek bir rakamdır. Ne kadar para yatırılacağı tamamen bütçenizin durumu ve satmak istediğiniz ürün grubuyla ilişkilidir.
Bu nedenle eticaret'in korkulu rüya olmadığını düşünüyorum. "Büyük bütçeli firmalar bizi bu pazarda yaşatmaz" felsefesine de katılmıyorum. Öyle olsaydı Amerika'da sadece ebay, amazon, zappos, 1-800-flowers, barnes&noble, bestbuy ve birkaç site daha olurdu. Halbuki ekosistemde binlerce eticaret sitesi var ve her geçen gün yenileri hayata merhaba diyor.
Siz ne duruyorsunuz ? Biran önce aklınızdaki fikri hayata geçirin :)
Buyrun...
Türkiye'de eticaret ne idi ? Ne oldu ?
Biraz kendi deneyimlerinden biraz da internet ekosisteminden bahsederek anlatmaya çalışayım.
Türkiye'nin eticaret ile adam akıllı tanışması hemen hemen 90'ların sonuna denk gelir. O dönemde bırakın internetten birşeyler almayı, internet genelllikle gazete okumak için uğranırdı. İnternet servis sağlayıcıları aynı zamanda içerik sağlayıcı gibi işlev görüyordu. Portallar meşhurdu. İnternet erişimi ve kullanımı günümüzle kıyaslandığından, çok kısıtlı ve yavaştı. 2005-2006 gibi eticarette birkaç önemli oyuncu pazarda iyice boy göstermeye başladı. Hepsiburada, weblebi, estore, gittigidiyor, webdenal vb birkaç katalog firması dışında elle tutulur firma yok denecek kadar azdı. İlan tarafında sahibinden.com vardı. Bunun dışında o dönemlerde portallar ve internet servis sağlayıcılar da popülerdi veya reklama çok paralar harcadılar da denebilir. ixir, shubuo vs. gibi.

İlk internet girişimim (artık startup deniyor) chicheck.com (okunuş olarak çiçek.com) 1999 yılında hayata geçmişti. Online taze çiçek satan bir mağazaydı.
1 sene boyunca yan iş / hobi mertebesinde götürdükten sonra, profesyonel işimi bırakmayı göze alacak kadar bir kazanç sağlayamadığım, estore'un trafiğine mahkum bir satış potansiyeli olduğu ve ciromu çok da arttıramadığımı düşündüğüm (arttırmak için çok da birşey yapmadığım halde) ve belki daha da önemlisi, o dönemdeki internet vizyonumun yetersizliğinden dolayı denebilir, siteyi bir çiçekçiye devrederek işten çıktım. (Yeni ismi Exit)
2005 - 2008 döneminde genel anlamda eticaret, katalog şeklinde farklı ürün kategorileri altında 1000'lerce ürün sergilemek ve satmaktı ki bu aslında o dönem için yurtdışında amazon gibi firmaların başarıyla uyguladığı bir modeldi. Bu model 2006-2008'lere kadar kör topal devam etti. Bu arada gittigidiyor.com'un başarısı üzerine Dogan grubu hemalhemsat.com'u kurdu ancak 2010'da kapatma kararı aldı. Bu dönemde Webdenal, Weblebi ve estore.com.tr kapandı. Katalog tarafından tek büyük oyuncu her geçen gün daha da büyüyen hepsiburada.com olmuştu.
2005-2008 yılları arasında internet kullanımı ve eticaret hacmi artıyordu. Bankacılık sektörünün gelişmesi, online ödeme sistemlerinin oluşması, bankaların sanal pos kullandırmaya başlaması, taksitlendirme seçenekleri, kargo şirketlerinin eticaret sitelerine farklı bir gözle bakmaya başlamaları (az da olsa), PC ve dizüstü bilgisayarların satışlarındaki artış, eticaret yazılım paketlerinin artması ve fiyatlarının düşmesi bu ivmenin başlıca nedenleri arasında.
2007'de ayakkabı dikeyinde bir eticaret girişimim daha oldu. Şu anda yapmakta olduğum tekstil işini kurduğum ortağımla beraber, 2007 yılında ayaklarasenlik.com'u kurduk. ayaklarasenlik.com, Türkiye'ye ithal edilen yabancı ayakkabı markalarının (vans, new balance, lumberjack, reef, billabong, DC, Keds, Tommy Hilfiger vb.) ürünleri satan bir dikey (tek ürün grubu üzerine uzmanlaşmış eticaret sitesi) eticaret sitesiydi. O dönemde bizimle beraber bu işi adam akıllı bir şekilde yapan pabbuc.com vardı. Google SEO artık epey önemsenmeye başlanmış ancak eticaret için hala çok zor dönemlerdi. Tek trafik kaynağı google idi. Biz ise daha sonradan, dikey eticaretin o dönem için çok erken bir eticaret modeli olduğunu anlamıştık.
ayaklarasenlik.com'u, 2008 krizinde, az getirdikleri stoklarını bizimle paylaşmak istemeyen distribütorler nedeniyle sitede yeteri kadar konsinye ürün sergileyememekten ve stok maliyetine girmek istemediğimizden dolayı, 2009'da kapatma kararı aldık.
Özel Alışveriş Klüpleri
Bizle hemen hemen aynı dönemde kurulan markafoni, 2008'de private shopping kavramı ile Türkiye'de eticarete bambaşka bir boyut getirdi. Sanırım o dönemde, onlar da dahil kimse private shopping iş modelinin bir fenomen olup, Türkiye'nin eticaret tarihinde bir mihenk taşı olacağını tahmin etmemişti.
2009 ile 2011 arasında eticaret'te müthiş bir gelişme yaşandı. Online alışveriş tutarı 2 senede 2'ye katlanmıştı (20 Milyar TL'den fazla). Bu artış daha önceki senelerle karşılaştırıldığı zaman müthişti.
![]() |
| Grafik Kaynak / Alıntı : eticaretdanismanlik.com |
Grup Satın Alma Siteleri
Grup satın alma furyası da bu rüzgarı kuvvetlendiren bir akım oldu. Kısaca toplu olarak satılan hizmetin indirimli olarak sunulması olarak tanımlayabiliriz. Grupanya, Şehir Fırsatı, Markapon ve diğer siteler birbirini izledi.
Aynı şekilde Markafoni, Limango ve ardı ardası kesilmeyen özel alışveriş klüplerinin kurulmasıyla Trendyol, 1V1Y, Morhipo, DaybuyDay gibi yüksek bütçeli girişimler hayata geçti. 1 sene zarfında irili ufaklı 200 küsür özel alışveriş sitesi kurulmuştu bile.
Yabancılardan Gelsin Yatırımlar
Türk internet sektöründeki canlanma, özel alışveriş ve grup satın alma sitelerinin yakaladığı başarılar ve gerçekleşen cirolar, yabancı risk sermayesi şirketlerinin gözlerini Türkiye'ye çevirmelerine neden oldu. Çok hızlı büyüyen, cazip bir pazar olmasından dolayı Türkiye'de internet girişimleri yabancı yatırımcıları en çok ilgisini çeken 3-4 ülkeden birisi olmasını sağladı.
2011 yılının sonlarına doğru gittigidiyor.com'un ebay'e satışı gerçekleşti. 217.5 Milyon Dolara gerçekleşen satış Türk internet tarihindeki en yüksek değerlemeli satış olarak geçti.
2012'de yemeksepeti de 100 milyon dolar üzerindeki bir değerleme ile 44 milyon dolar bir yatırım aldı.
Özel alışveriş tarafında Markafoni (http://www.webrazzi.com/2011/07/01/markafoni-yatirim-gerceklesti/) ve Trendyol (http://www.webrazzi.com/2011/08/10/trendyol-yatirim-aciklama/) aldıkları yatırımla adlarından epey söz ettirmeye başladılar.
2012 yılına gelindiğinde özel alışveriş sitelerinin popüleritesi & karlılıkları eskiye oranla azalmaya başlamış ve grup alışveriş siteleri hizmetin yanında ürün de satmaya başlamak zorunda kalmışlardı. Bunun nedenleri şunlardı ; Birçok özel alışveriş ve grup satın alma sitesinin kurulması, piyasadaki rekabetin artmasına ve kar marjlarının azalmasına neden oldu. Müşterinin, sunulan indirimlerin / fırsatların suni olduğunu farketmesi işin rengini bozdu. Belirli bir süre sonra piyasada satılacak stok fazlası ürün kalmadı ve sitelerin sunduğu markaların kalitesi düştü. Fırsatlar birbirini tekrarlar oldu.
Türkiye'den çıkış yapan Rocket Internet'in bir çırpıda tüm girişimlerini kapatıp ülkeden çıkmasının ardındaki önemli nedenlerden birisi karlılığın düşük olmasıydı.
Dikey Eticaret
Özel alışveriş ve grup satın alma modellerinin popülerliğini kaybetmesiyle beraber bir sonraki adım olarak dikey eticaret girişimleri hayata geçmeye başladı. Özellikle markafoni grubu bu durumu önden tahmin ederek, zizigo, misspera, lidyana gibi dikey eticaret sitelerini erkenden hayata geçirdi. Dikey eticaret daha önce de tarif ettiğim gibi, tek bir ürün grubu üzerinde uzmanlaşan bir eticaret sitesi manasına gelmektedir. Yani sadece çanta, sadece ayakkabı, sadece takı satan vb.
Aslında internet ekosistemi gelişmiş ülkelerde (ingiltere gibi) dikey eticaret, eticaretin temelini oluşturan, sürdürülebilir eticaret iş modelidir. Özel alışveriş klupleri, grup satın alma siteleri bu ekosistem içindeki küçük alt modeller olarak mevcuttur. Ancak Türkiye'de bu iş biraz tersten başladı belki de. Biz dikey eticarete daha yeni başlıyoruz. Zaten bizim 2007'de ayaklarasenlik.com'u kurmamızın nedeni Türkiye'de eticaretin diğer ülkelerdeki gibi normal seyrinde gelişecek olacağını düşünmemizdi. Ancak öyle olmadı.
Dikey eticaretin Türkiye'de benimsenmesi belirli bir süre alacak. Bunun en büyük nedeni, tüketicinin bugüne kadar sürekli indirim / fırsatla yemiyle satışa yönlendirilmesi. Maalesef internetten alışveriş yapan müşteriler "ancak daha ucuza bulursam alırım" psikolojisinden çok çabuk çıkamayacaklar gibi görünüyor. Halbuki eticaretin müşteriye sunduğu avantajlar, kapıya teslimat, birçok ürünü bir arada görebilip karşılaştırma imkanı, vakitten kazanç, büyük şehirlere uzak yaşayan kesimin internet sayesinde herşeye erişiminin sağlanması gibi sıralanabilir. Eticarete bu gözle bakıp, indirim / fırsat gözlüğünü çıkarttığımız gün, dikey eticaret sürdürülebilir bir iş modeli haline gelecektir. Olgunlaşmış eticaret.
Eticaret ile ilgili dikey bir site :) : http://www.dikeyeticaret.com/
Marketplace (Pazaryeri)
Dikey eticaret'in yanında başka bir iş modeli daha var bahsetmemiz gereken. Marketplace iş modeli. Yani pazaryeri. Yani stok maliyetini tamamen ortadan kaldıran, alıcı ile satıcıyı biraraya getiren eticaret platformları. Buna en iyi örnek yıllardır bildiğimiz gittigidiyor.com'dur. Limango grubunun hayata geçirdiği arabulvar.com ve doguş grubu ile koreli ortakla hayata geçirdikleri n11.com bu iş modelinin yeni girişimleri diyebiliriz.
Eticaret Korkulu Rüya Değil
Şimdi gelelim "eticaret korkulu rüya mı" konusuna ;
Sosyal medya veya yazılı basında eticaretle ilgili yazılara baktığınızda genelde eticarete girmek için çok büyük bütçeler gerektiğini ve artık eticaretin her babayidiğin harcı olmadığını okursunuz.
Bu durum, milyon dolar yatırım ve karşılığında milyon dolar kar beklendiği durumlarda geçerli olabilir. Kısa sürede büyük paralar kazanmak için, kısa sürede büyük paralar harcamanız gerekir. Zaten içinde yatırımın olduğu durumlarda, pozitif nakit akışına geçiş beklentisi hep çok erken olmaktadır. Yatırımcı yatırdığı paranın geri dönüşümü konusunda genelde aceleci davranır. İşe bu açıdan baktığınız zaman, eticaret düşük bütçeli girişimler için korkulu rüya olabilir.
Ancak eticaret herkes için bu manada algılanmıyor olabilir. Düşük veya orta seviyede bütçesi olan bir girişimci, eticaretten onu uzun vadede tatmin edecek paralar kazanabilir. Buradaki sorun ölüm vadisi denilen, işin kurulduğu gün ile gelir & giderin kafaya geldiği gün arasında geçen süreye dayanabilecek kadar finansman sağlamaktır. Bu süreç de, sitenizi kurduktan sonra işinizin sabit giderleri + stok maliyetiyle doğru orantılıdır. Aylık sabit gideri + stok maliyeti düşük bir eticaret iş modeli kurmak ölüm vadisi sürecini kısaltacak ve sizin kafa kafaya noktasına daha erken gelmenizi sağlayacaktır.
Sabit gider = düşük kira, başlangıçta az(makul) personel, gereksiz masraflardan kaçınmak ve kendinize ayırmanız gereken minimum maaş demektir. Stok maliyeti de, satacağınız ürünle ilgili olmakla beraber başlangıçta konsinye satış opsiyonu bu maliyeti aşağı çekmek için bir yöntem olabilir. Ancak satışlar arttıkça, minimum düzeyde stok tutmaya başlamanız daha sağlıklı bir iş modeli oluşturmanızı sağlayacaktır. Belki de işe, stok maliyeti düşük olan ürünleri araştırarak başlayabilirsiniz. Bu noktada niş pazarları (Niş pazar, bir pazarın içinde rekabeti yüksek olmayan belli bir konuya odaklanmış pazardır.) araştırıp, piyasada çok bulunmayan ancak talebi olan ürünleri satmaya çalışmak mantıklı bir çözüm olabilir çünkü rekabet olmadığı için müşteri kazanma maliyetiniz daha düşük olacak, az adet satarak yüksek kar marjı elde etme ihtimaliniz çok daha yüksek olacaktır. Satacağınız ürünü göre değişmekle beraber, düşük adetli bir satışınız olacağı için stok maliyetiniz de başlangıçta düşük olabilir.
Kısacası, orta - uzun vadede düşük bütçeyle bile olsa, doğru ürün gamıyla, ağırlıklı google optimizasyonu üzerine yoğunlaşarak, sosyal medyayı kullanarak (eticaret trafiğinin hala çok büyük bir kısmı google üzerinden gelmekte olmasına rağmen) makul bir takımla, bir eticaret girişiminden ayda 10.000 - 20.000 TL gelir elde etmek bence mümkündür. Bu rakam da, birçok küçük girişimciyi tatmin edebilecek bir rakamdır. Ne kadar para yatırılacağı tamamen bütçenizin durumu ve satmak istediğiniz ürün grubuyla ilişkilidir.
Bu nedenle eticaret'in korkulu rüya olmadığını düşünüyorum. "Büyük bütçeli firmalar bizi bu pazarda yaşatmaz" felsefesine de katılmıyorum. Öyle olsaydı Amerika'da sadece ebay, amazon, zappos, 1-800-flowers, barnes&noble, bestbuy ve birkaç site daha olurdu. Halbuki ekosistemde binlerce eticaret sitesi var ve her geçen gün yenileri hayata merhaba diyor.
Siz ne duruyorsunuz ? Biran önce aklınızdaki fikri hayata geçirin :)
29 Mart 2013 Cuma
Türkiye'de Satışa Sunulan Ale Tipi Biralar
ÜLKEMİZDE, ŞİŞEDE SUNULAN ALE TİPİ BİRA MARKALARI
DUVEL - Bu efsane bir bira. Belçika'nın en iyi biralarından birisi diye anılıyor. ALE tipi bir bira ancak genel olarak ALE tipi biralarda rastlanmayacak kadar karbonize (asitli) bir bira. Tadı piyasadaki biralara göre bazı damaklara, biraz acı gelebilir ancak efsane bir bira. Ratebeer'deki puanı 100 üzerinden 99 -http://www.ratebeer.com/beer/duvel/1434
Ayrıca kendine has bir bardağı var. Belçika'da genelde her birayı, o biranın bardağıyla içmek makbulmüş. Duvel de şöyle bişi. Bardakta D harfinin hizasına kadar doldurmak makbulmüş.
Efes Pilsen (Anadolu) grubunun ithal ettiği bir bira olduğu için erişimi nispeten daha kolay. Büyük şehirlerdeki orta ölçekli Migros'larda rahatlıkla bulunabiliyor.
Bu arada alkol derecesinin 8.5% olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Ülkemizde içmeye alışık olduğumuz LAGER (pilsner) biralar genellikle %4,5 - %5 derece alkollüdür.
Bu arada Duvel'i Duvel bardağına doldururken oluşan Tornado diye efsane bir girdap konusu var. Onu da aşağıda izleyebilirsiniz.
FULLERS (İthal İngiliz) - CRAFT BEER ISTANBUL tarafından ithal edilmektedir.
LONDON PRIDE - Benim favorilerimden biridir.
LONDON PORTER (Porter, koyu bir Ale)
ESB (extra special bitter)
FULLERS biralarını çok yaygın olmamakla beraber bazı pub/barlarda ve büfe/marketlerde bulabilirsiniz.Bu aralar sınırlı adette üretilen özel bir serisi de geldi. RESERVE No:4 diye geçiyor. Bu özel ürün 50cl'lik şişelerde sunuluyor.
BROOKLYN BREWERY (Amerikan)
Newyork'un ünlü butik bira üreticisidir. Ülkemize ithal edilen ALE tipi biraları 2 çeşittir.
Brooklyn Brown Ale
Brooklyn India Pale Ale - Benim favorilerimden biridir.
Brooklyn biraları, The North Shield Pub'larda ve bibuçuk restaurant'larında bulabilirsiniz.
SCHNEIDER WEISSE (Alman Buğday Birası)
Schneider Weisse, çok meşhur bir buğday birası markasıdır. Hatta ünlü viski ve bira yazarı Michael Jackson (şarkıcı değil :) ) Schneider Weisse - Unser Aventinus (TAP 6) çeşidini "dünyanın en aromatik birası" olarak nitelendirmiştir. Almanya'nın Bavyera bölgesinde 1907'den beri üretilmektedir. Koyu kızıl renge ve yoğun kremalı bir köpüğe sahiptir. Alkol derecesi % 8.2'dir ve 50cl'lik şişelerde satılmaktadır.
![]() |
| Unser Aventinus |
TAP 1 - Meine Blonde Weisse
TAP 2 - Mein Kristall
TAP 3 - Mein Alkoholfreies
TAP 4 - Mein Grünes
TAP 5 - Meine Hopfenweisse
TAP 6 - Unser Aventinus
TAP 7 - Unser Original
TAP 11 - Unsere Leichte Weisse
Aventinus Eisboch
Schneider biraları, The North Shield Pub'larda bulabilirsiniz.
LEFFE (Belçika) - Tuborg tarafından ithal edilmektedir.
İlk olarak 1240 yılında üretilmiştir. Belçika'nın dünyaca ünlü birası Leffe, adını bu biranın ilk üretim yeri olan Notre Dame de Leffe Manastırından almıştır.Tarih boyunca ciddi biracılık kültürü barındıran bu manastır geçirdiği pek çok felakete rağmen Leffe orijinal reçetesine sadık kalınarak günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.
Leffe'nin de Duvel gibi kendine has şarap bardağı benzeri bir bardağı var.
BLONDE (Benim favorilerimden biridir) - Parlak sarı rengini üretiminde kullanılan açık renkli malttan almaktadır.Yumuşak, meyvemsi ve rahat içimli bir tat karakterine sahip olan Leffe Blonde içimden sonra ağızda bıraktığı benzersiz aroması ile en önemli özelliğini yaratmaktadır. En uyumlu birlikteliğini kırmızı et, füme etler ve tatlı-ekşi tabaklarla yapar. Alkol oranı %6,6'dır.
BRUNE - Koyu kahve rengini üretildiği yoğun kavrulmuş malttan alan Leffe Brune, doygun ve aromatik bir tat karakterine sahiptir. İçindeki vanilya, karanfil notaları ve karamelimsi tadı ile en önemli özelliğini yaratmaktadır. En uyumluğu birlikteliğini özellikle başlangıçlar, baharatlı ya da tatlı aperatifler ile yapar. Alkol oranı %6,5'tir.
LEFFE biraları seçkin şarküterilerde ve Tuborg ürünleri satan pub / restaurant'larda bulma şansınız var.
HOEGAARDEN (Belçika Buğday Birası)
İsmini Belçika'da üretildiği kasabadan alan Hoegaarden'ın ilk temelleri 1440'lı yıllara kadar uzanmaktadır. Hoegaarden geleneksel reçetesi hiç bozulmadan günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.
Kendine özgü karakteristik tadını yüksek kaliteli arpa maltı, buğday, saf kaynak suyu, kişniş ve Curacao portakal kabuğundan alan Hoegaarden, üst fermantasyon tekniği ile üretilmiş "ale" tipi bir biradır.
Yumuşak gövdesi ve turunç aromaları ile damakta dengelenen " Hoegaarden"'ın benzersiz kendine has altıgen cam bardağında, 4C derecede ve kremsi, bir köpük ile servis edilmesi önerilir.Alkol oranı 4,9%'dur.
Hoegaarden, İki yılda bir verilmekte olan ve uluslararası platformda düzenlenen World Beer Cup ("Bira Olimpiyatları") yarışmasında 2004 ,2006 ve 2008 yılları Altın Madalya ödülü almıştır.
Hoegaarden biraları seçkin şarküterilerde ve Tuborg ürünleri satan pub / restaurant'larda bulma şansınız var.

TAPS (Türkiye'de üretilen ilk craft bira markasıdır)
RED ALE - Doğal kızıl tonunu üretiminde kullanılan maltlardan alan bu biranın orta gövdeli bir yapısı vardır. Güçlü karamel ve meyvemsi malt tadı, kıtasal Avrupa Perle ve Hallertauer şerbetçiotlarının verdiği hafif fakat iddialı acılığını dengeler. TAPS Red Ale, Japonya’da 2008’de yapılan ‘Uluslararası Bira Yarışmasında’ gümüş madalya kazanmıştır.
Macro Center marketlerde bulabileceğiniz bir markadır. Fiyatı olarak da, Türkiye'de satın alabileceğiniz en hesaplı Ale tipi biradır.
KÖLSCH - Berrak ve açık altın sarısı rengi olan bu lager, adını yüzyıllardır geleneksel içeceği olduğu Köln şehrinden alır. Kabarcıklı, hafif ve gevrek gövdelidir. Tettnang şerbetçiotundan gelen acılığı, meyvemsi aroması ve buğday tadıyla buluşunca, Kölsch’ü yılın her zamanı içilebilecek canlandırıcı bir biraya dönüştürür.
Hoegaarden biraları seçkin şarküterilerde ve Tuborg ürünleri satan pub / restaurant'larda bulma şansınız var.
TAPS (Türkiye'de üretilen ilk craft bira markasıdır)
RED ALE - Doğal kızıl tonunu üretiminde kullanılan maltlardan alan bu biranın orta gövdeli bir yapısı vardır. Güçlü karamel ve meyvemsi malt tadı, kıtasal Avrupa Perle ve Hallertauer şerbetçiotlarının verdiği hafif fakat iddialı acılığını dengeler. TAPS Red Ale, Japonya’da 2008’de yapılan ‘Uluslararası Bira Yarışmasında’ gümüş madalya kazanmıştır.
Macro Center marketlerde bulabileceğiniz bir markadır. Fiyatı olarak da, Türkiye'de satın alabileceğiniz en hesaplı Ale tipi biradır.
KÖLSCH - Berrak ve açık altın sarısı rengi olan bu lager, adını yüzyıllardır geleneksel içeceği olduğu Köln şehrinden alır. Kabarcıklı, hafif ve gevrek gövdelidir. Tettnang şerbetçiotundan gelen acılığı, meyvemsi aroması ve buğday tadıyla buluşunca, Kölsch’ü yılın her zamanı içilebilecek canlandırıcı bir biraya dönüştürür.
PETRUS (Belçika Abbey / Trappist Cinsi)
DOUBLE BROWN - Manastır Siyah Bira. 2011'de Avrupa'nın en iyi Trappist / Abbey Dark Ale birası olarak seçilmiş. (www.worldbeerawards.com)
SADECE FIÇIDA SUNULAN ALE TİPİ BİRALAR
GUINNESS (İrlanda) - Stout (koyu renkli bir Ale türü) türündedir.
Dünya çapında kendine özgü "Koyu Yakut Kırmızısı" rengi ve pürüzsüz krema kıvamındaki köpüğü ile ünlüdür. Kavrulmuş ve maltlanmış arpa, su, şerbetçiotu ve maya kullanılarak üretilir. Koyu Yakut Kırmızısı renginin elde edilmesi için üretiminde kavrulmuş arpa kullanılır. Benzersiz nitrojen ve karbondioksit karışımı, Guinness fıçının (Draught) kendine has krema tabakasının oluşmasına yardımcı olmaktadır. 1759 yılından günümüze orijinal olarak Dublin'de üretilen Guinness, dünyanın en çok bilinen Stout tipi birasıdır.
Ülkemizde sadece fıçıdan (draft) servis edilmektedir. Bu nedenle bu muhteşem birayı marketten alıp evinizde yudumlayamayacaksınız. Büyük şehirlerdeki bazı pub'larda bulmanız mümkün Guinness'i.
GUINNESS ÖZELLİKLERİ
GUINNESS STOUT; su, arpa maltı, arpa, şerbetçiotu ve Guinness'e özgü mayası ile üretilmektedir.
GUINNESS Irish ve Dry Stout olarak bilinmektedir. Koyu rengi ile "kızarmış" ve kahve aromalarına sahiptir.
GUINNESS'e karakteristik aromasını ve kendine özgü rengini veren kavrulmuş arpadır.
Kavrulmuş arpa Guinness'in eşsiz aromasının ortaya çıkmasını sağlar.
GUINNESS, yakut kırmızısı (ruby red) renk karakterini nitrojen gazı ile açığa çıkan kalın krema tabakası ile tamamlar.
GUINNESS GERÇEKLERİ
- Dünyada günde yaklaşık 10 milyon pint (paynt diye okunuyor, 50cl'lik bira bardağı), yani yılda 2 milyar pint GUINNESS içilmektedir.
- Zeki bir mucit olan Arthur Guinness, 1759 yılında Dublin'deki St. James's Gate Bira Fabrikası için 9.000 yıllık kira sözleşmesi yapacak öngörüye sahipti.
- St. James's Gate Bira Fabrikası Dublin'in en ikonik abidelerinden biridir. Burası GUINNESS STOREHOUSE®'a, dünyanın üçüncü popüler marka merkezine ev sahipliği yapmaktadır.
- GUINNESS STOREHOUSE'da yer alan GUINNESS GRAVITY® Bar Dublin'deki en yüksek bar olup, zeminden 44 metre yüksekliktedir ve şehrin panoramik görüntüsünü sağlar.
- Neredeyse her gün İrlanda'da tüketilen 2 pint'ın 1'i GUINNESS'tir.
- Bir pint GUINNESS'te bir pint yarım yağlı süt veya bir bardak portakal suyundan daha az kalori vardır.
BOSPHORUS BREWING CO.
Bosphorus Brewing Co. için, İstanbul, Gayrettepe'de açılan, İstanbul'un ilk Craft Beer yapan Pub'ı diyebiliriz. Ortaklardan birisinin İngiliz olduğu yeni bir oluşum. 7 çeşit bira üretiyorlar. Hepsi birbirinden lezzetli diyebilirim.
IÇMEDIK
ISTANBUL PALE ALE - Benim favorilerimden biridir
BEER 81
HALIÇ GOLD
KARBON STOUT
B4
YABANGEE
Benim favorim IPA (Istanbul Pale Ale), Haliç Gold da, LEFFE - Blonde'a çok yakın bir lezzet olarak geldi bana. Eğer yolunuz düşerse mutlaka uğramanızı tavsiye ederim.
Ürettikleri biraların detaylarını buradan inceleyebilirsiniz : http://bosphorus-brewing.com/beers/
28 Mart 2013 Perşembe
Bira Nasıl Yapılır ? Türleri Nelerdir ?
Bira, temel olarak arpa / buğday, su, maya ve şerbetçiotu'nun biraraya gelmesiyle oluşan alkollü bir içecektir. Yapımı diğer içkilere göre oldukça kolay bir alkollü içkidir.
Arpa, içindeki nişasta oranıyla önemlidir. Çünkü biradaki alkol, nişastanın parçalanmasından ortaya çıkan şekerden meydana gelir.
Bira yapmak için öncelikle arpa filizlenmesi için nemli bir ortamda bekletilir. Arpa hızlı çimlenmesi için 13-16 °C sıcaklıktaki suda 48 ile 72 saat arası bir süre tutulur. Çimlenme süresi arpanın türüne göre değişir.
Çimlenen arpanın filizleri ayrıştırılır ve suyu çıkarılarak malt elde edilir. Ardından kavrularak rengini alır. Kavrulma süresi biradaki renk değişikliğini sağlar. Daha sonra sıcak saf su ile karıştırılır. Fermente olan malzemenin üzerine şerbetçi otu eklenir. Şerbetçiotunda 200’den fazla aromatik kokunun bileşimi vardır. Sıra, bira mayasının eklenmesiyle elde edilen, şekerleri alkole ve karbonik gaza dönüştüren fermantasyon işlemindedir.
Çimlenen arpanın fermentasyon aşamasında mayalanmanın nereden başladığı önemlidir. Fıçılardaki mayalanma üstten başlatılırsa Ale (ülkemizde pek bilinmeyen ama ilk biralar hep Ale tipi olarak üretilmiş) türü bira, alttan başlatılırsa Lager (Pilsner yani Pilsen tipi biralar en yaygın örneklerinden biridir) türü bira elde edilir.
Bu konuyla ilgili şu video açıklayıcı ;
Temelde, mayalanma tekniğine, kullanılan maya çeşidine ve fermentasyon sıcaklığına göre 2 çeşit bira vardır. Alt kırıımları ise (kafa karıştırabilir ama..) Michael Jackson'un hazırlığı şemaya göre şöyledir ;
| Bira Türleri |
ALE (Benim Favorim)
Üst fermantasyon biralarıdır ve en eski bira türleri bu sınıftandır. İngiltere, İrlanda ve Belçika’da çok yaygındır. Oda sıcaklığı gibi daha yüksek ısılarda fermente olurlar. Fermantasyon ısısının yüksek olması sebebiyle yoğun aroma ve çeşitli meyvemsi tatlar oluştururlar. Tüm ALE'ler için söylenemese de, ALE tipi biralar genelde biraz bulanık olurlar.
Ülkemizde ALE tipi bir bira tadmanın en kolay yolu, herhangi bir marketten GUSTA alıp, bardakta (bardak konusu da hassas, ona daha sonra değinebiliriz) içmektir. GUSTA tahıl cinsi olarak buğday (Weizen) kullanılarak yapılmış olsa da, fermentasyon tipine göre ALE tipi bir biradır.
ALE tipi biraların yoğun tad ve aromalarını almak için, buz gibi değil, 6-8 derecede içmek gerekmektedir. Bu önemli bir noktadır zira iyi bir ALE birayı buz gibi içerseniz, damağınızdan akacak lezzetleri hissedemeyeceksiniz demektir.
Bu tip biraları fıçıdan (on tap) içmek daha iyidir çünkü fıçıdan içilen bira taze demektir ve lezzetini daha iyi yansıtabilir. Şişeye giren ALE bira, pastörizasyon geçireceği için fıçıdaki lezzetinden ödün vereceği düşünülmektedir. (o farkı anlayabilen damaklar için)
Bu arada ALE tipi biraların alkol oranı, Lager cinsi biralara göre biraz daha fazladır.
Ülkemizde satılan ve benim tadabildiklerim arasındaki şahsi favorilerim ;
BROOKLYN - EAST INDIA PALE ALE
FULLERS - LONDON PRIDE
SCHNEIDER WEISSE - UNSER AVENTINUS (Buğday Birası)
GUINNESS (Koyu renkli, kahve aromalı efsane bir bira)
BOSPHORUS BREWING CO. - IPA (Istanbul Pale Ale) on tap
LEFFE - BLONDE
Lager kelimesi almanca lagern (bekletmek, depolamak, saklamak) fiilinden gelmektedir. Fermentasyon sonrası bira, tanklardan alınıp maya tanklarına doldurulur. Bira bu tanklarda olgunlaşır ve içindeki ölü maya hücrelerinin dibe çökmesi amacıyla soğutularak bekletilmektedir.
1842'ye kadar üretilen bütün lagerler koyu renkteyken, pilsener'de ilk defa açık, altın sarısı renkte arpa maltı kullanılmıştır. Ayrıca endüstriyel devrim ile beraber filtreleme teknolojisi ve arpanın kavrulma tekniği (sıcak buharla kavurarak) geliştikçe bugün içtiğimiz "sarışın bira" denilen açık sarı ve berrak Lager tipi biralar üretilmeye başlanmıştır. Aslında bu noktadaki kritik konu, arpanın buharla kavrulması nedeniyle esmerleşmemesi ve renginin açık sarı kalmasıdır. Bu durum özellikle Pilsner tipi biraların günümüzdeki kadar açık sarı olmasını sağlamıştır. Üretim teknolojileri ilerledikçe de filtreleme işlemi daha kusursuz yapılır hale gelir ve Pilsner biralardaki bugünkü berraklık yakalanmıştır.
Pilsner cinsi biralar genel olarak kolay içimli, açık renkli (sarışın), içindeki şerbetçiotu nedeniyle aromatik, acılık tat karakteri dengelenmiş ve alkol derecesi %4,8 - 5,1 değişir.
Bira bu şekle geldikten sonra, bira daha cezbedici hale gelmiş, dünyadaki popülaritesi artmış ve daha çok tüketilmeye başlanmıştır.
Bock, Pilsner, Dortmunder Export and Märzen, Lager cinsinin alt türleridir. Ülkemizde üretilen biraların büyük bir kısmı Pilsner cinsidir. Pilsen cinsi, eski Çekoslavakya'nın Plzen kentinden türemiş bir kelimedir. Çek Cumhuriyeti, bira üretimi konusunda eski bir geçmişe sahiptir. Çek Cumhuriyet'nin en meşhur Pilsner tipi birası Pilsner Urquel'dir.
Lager tipi biralar, Ale tipi biraların aksine 6-8 derecede değil, genellikle buz gibi içilmesi makbul biralardır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)





.png)


















